Pazar, Eylül 30

Gün: 23, Bodrum (Turgutreis) - Symi

Sabah Turgutreis’e yürüyüp Miray ekmek fırınından nefis ekmek ve pide aldım. Arzu kahvaltıyı hazırlarken bende güverteyi tatlı su ile yıkayıp, tankları full doldurdum. Kahvaltıyı takiben saat 10:00’a doğru yola çıktık ve Kos eski limana girdik.
Sert rüzgar’da yanaşmak istediğim yer yerine orada görevli zannettiğimiz kişi illa başka yeri gösterince orada iki tekne arasına ve rüzgar üstüne demir atmam gerekti. Ancak iki tarafımdaki teknelerin demirleri birbirine son derece yakın olduğundan diğer rüzgar üstündeki teknenin demirinin ya üstüne ya da çok yakınına atabildik. Bu sefer o teknenin sahibi baktık telaşlanıyor. Sonra hızlıca düşündük. Şimdi kıyıdaki görevli bir sürü formalite çıkarabilir. Dip çamur demiri aldığımızda bir saat çamur temizleyeceğiz. Duracağımız da hepsi hepis 1-2 saat ve alışveriş yapacaktık. Hemen Arzu ile birlikte vazgeçip limandan ayrıldık. İki mil ilerideki Kos Marina’nın dışındaki iskeleden mazot ve bir iki malzeme alıp yola devam ettik.

Şimdi hedef Simi. Knidos’a kadar geniş apaz ile muhteşem bir yelken seyri ile çabucak vardık. Deniz’in üzeri ve Knidos limanı tekne kaynıyor. Sanki koy değil, marina gibi... Eylül’ün son günü ama harika bir hava var günlerden de Pazar. Knidos’u yaklaşık 4-5 mil geride bıraktıktan sonra rüzgar tamamen bitti ve biz de motorla Simi kanalına kadar seyredip, kanalı geçer geçmez Arzu bir kez daha denize girmek istediği için açıkta demir atmadan 10 dk bir mola verdik. Arzu’yu teknenin merdiveni ile denizde çektim, Onun için son derece eğlendirici oldu. Simi Limanı’da hınca hınç dolu. Yelkenliler, Guletler ve motoryatlar sanki Türkiye gibi... 25 metre derinliğe çapa atmak zorunda kaldık. Ama rahat yanaştık.


Güzel bir duşun arkasından cicili bicili giyinip biz de rıhtımın iki tarafını ve tepelere çıkmadan ama köyün içini tamamen yürüyerek dolaştık. Simi her geçen gün daha da zenginleşiyor ve bunu bizce iyi yönde kullanıyor. Sayısız yeni restoranlar her bir yere açılmış. Genellikle yaptığımız gibi Manos Restorana rezervasyon yaptırdık ve saat 08:00’e doğru ayaklarımıza kara sular inmiş şekilde masamıza oturduk. Manos bir kutlama için Marmariste imiş. Ama bize hizmet eden garson da epey Türkçe öğrenmiş. Yine genellikle yaptığımız gibi balık yerine meşhur mezelerinden istedik. Şarap ve kekikli sarımsaklı sıcak ekmekler eşliğinde; ve Greek salad’ın ardından, baby ıstakozlar, yeşillik içinde midye eti, ızgara ahtopat bacağı ve son olarak ta birer adet jumbo –şimdiye kadar yediklerimizin en büyüğü- karidesler yedik. Üstüne de sakız (mastik) dondurmalı baklava ve revani’yi de götürünce seyahatin sonunda perhiz merhiz hiç bir şey kalmamış oldu. Hesap’ta Yunanistan rekoru kırarak diğer yediğimiz tüm yemeklerin 2-3 misli 86 Euro geldi. Parasından değil ama zararlı ne varsa yemiş olmaktan mutsuz ama yediklerimizin lezzetinden de çok mutlu olarak bu sefer köyün batı yanına bir yürüyüş yaptık.
Bu son akşamda da solugan hafifte olsa var. Tekneye döndüğümüzde saat ancak 21:45’ti ama –Arzu’yu bilmiyorum- ben anında güverte de gece 24:00’e kadar uyumuşum. Daha sonra kabinde de saat 02:00’ye kadar ancak uyuyabildim ve yediklerimin verdiği rahatsızlık ile ondan sonra sabaha kadar uyku tutmadı. Hava da sanki yaz ortası gibi. Gecenin ikisinde sadece bir şort ile güvertede uzun uzun oturdum ve biraz da kitap okudum.


"Yelkenle seyir keyfi"

Cumartesi, Eylül 29

Gün: 22, Levitha - Bodrum (Turgutreis)


Sabah 07:30’da bağlı olduğumuz tonozdan diğer tekneleri rahatsız etmemeye özen göstererek ayrıldıktan sonra Turgutreis D-Marin’e doğru yola çıktık. Karşımızda Kalimnos adası var. Kuzeyinden gidersek yolumuz 39; Güneyinden gidersek 40 deniz mili. Dalgaya karşı daha korunaklı olduğu için Güneyi tercih ettik. Levitha adasını 2-3 mil geride bıraktıktan sonra yine çok güzel Kuzey rüzgarı ile New Life son sürat koşmaya başladı. Ege denizinde –fırtına olmadığı takdirde- doğu/batı hattında yapılan seyirler hemen her havada çok keyifli oluyor. Biz de Aslında Çeşme’den Mora ve Mora’dan bizim Güney kıyılarımıza seyahat bu açıdan çok güzel. Ancak soluganlara karşı mutlaka doğru liman ve koyları seçmek lazım. Kalimnos’un güneyinde düz deniz ve sağanak rüzgarlarla sürat rekorları kırdık. Bir ara 11 kn’a kadar sürati gördük ve devamlı seyrimiz herhalde 9 kn’ın üzerinde...




İlk olarak Kalimnos’un doğusundaki Vathi’ye gittik. Orada rıhtımda bir restoranda öğle yemeği yedik. Arzu Milos’tan beri ilk defa denize girdi. Bu arada midesini bozanın oğlak eti değil, aynı zamanda aldığı antibiyotikler olduğuna karar verdik, çünkü artık tamamen iyi. Vathi’den soran Turgutreis sadece 10 dm. Çatalada da kısa bir ara verip doğru marinaya girdik ve bize gösterilen yere bağlandık. Marina ofisi, Elektrik, Su, Tekne temizliği ve, Gümrük işlemlerinin ardından, uzun uzun duşlarda yıkandık. Sanki medeniyete gelmişiz gibi hissediyoruz.

Gece, Marinanın alışveriş merkezini ve Turgutreis’i dolaştıktan sonra İkbal restoranda döner kebab yiyip, GS/BJK maçının ilk yarısını seyrettik. Yine uzunca bir yürüyüş ile Marinadaki büyük tekneler bölümünü ve pantonların bazılarını gezip tekneye oldukça yorgun dönüp hemen yattık.

Cuma, Eylül 28

Gün: 21, Amorgos - Levitha

Gerçekten te bugün yavaştan aldık. Sabah uyandıktan sonra yavaş ta olsa GPRS’te interneti bulunca geçmiş son 3 günün notlarını ve seçtiğim resimleri blog’a kaydettim. Epey birikmiş maillerime baktım. Şirket ile telefon ile görüştüm. Arzu uyandığında saat 09:00’u epey geçmiş idi. Hava raporları öğleden sonra NNE 4-5 esmeye başlayacağını, Yarından itibaren ise NE 5-6 eseceğini söylüyor. Yani bunu rahatlıkla kaldırabiliriz, yeterki daha da artmasın. Hava ayrıca güneşli ve sıcaklıkta devamlı olarak 24-27 derece arası ideal olacağı görülüyor. Kahvaltıyı teknenin güvertesinde yaptık ve öğlene kadar dinlendik.

Filika ile kıyıya gidip, arabadaki malzemeleri tekneye taşıdık ve arabayı geri verdik.Çapamızı durgun sudan saat 13:15’de topladık ve son derece yavaş şekilde bu güzel koydan ayrıldık. Koyun bittiği yerden 180 derece sancağa geri dönüp adanın etrafını dolaşmaya başladık. Beyrut’tan EMYR rallisinde almış olduğum sırtı aparatını denedim. Yaklaşık 45 dakika 3 kn sürat ile sırtı çektikten sonra, Amorgos’un en Kuzey Doğu ucundaki Vilakardha koyuna girdik. Koyun girişini Chartplotter’da görmeme rağmen, “-Aa, harita da hata yapmışlar.” Demekten kendimi alamadım. Koyun nerede ise girişine kadar orada koy olacağını anlamak mümkün değil. Yüzlerce metre yüksekliğinde kayalar sanki bıçakla kesilmiş gibi doğru denize iniyorlar ve denizin başladığı yer bile 115 mt derinlik gösteriyor. Bu koyda işte bu kayaların arasında yaklaşık 50 mt genişliğinde bir yarma ile 250 mt kadar içeri doğru giriyor. Sahile vardığımız yerin arkası tam 821 mt yüksekliğe kadar çıkan bir dağa dayanıyor. Güneş bile burada herhalde bir kaç saat yüzünü gösterebiliyordur. Biz de bu güzelliğe dayanamayıp koya girdik ama tabiat’ın bu müthiş gücü karşısında irkilerek kısa sürede tekrar dışarı çıktık. Saat’te 14:45 olmuştu.
Daha sonra adanın doğusundaki heybetli dağların ve kayaların yanından rotamızı 22 dm uzaklıktaki Levitha adasına çevirdik. Rüzgar zahiri olarak 130 dereceden 10 kn ile geldiği için sadece genoa’yı açarak 8 kn sürat ile açık denizde yol almaya başladık. Kısa bir süre sonra rüzgar zahiri olarak 16-22 kn’a oturunca bütün yelkenleri açıp, motoru kapattık. Süratimiz minumum 8 kn. Deniz kaba dalgalı bir hal aldı.

11-12 Mil ilerimizdeki Kinaros adasına vardığımızda yine yüksek ve dik kayalıklar’dan düşen rüzgardan korunmak amacıyla adadan biraz açık geçmek istememize rağmen tekneyi pupa’ya çok açamadık. Ancak bu ıssız adanın da manzarası muhteşem ve harika fiyort gibi Pningo koyunu uzaktan seyrettik. Heikell, bu koy için içinde kendinizi dünyadan soyutlanmış kadar harika hissedeceğiniz her havaya kapalı bir koy diye yazmış ama devam etmemiz lazım. Seyahat başından beri ilk kez burada hafif bir broşa düştük ama artık zaman zaman dalga üstünde 10-11kn süratleri görmeye de başladık. Kinaros’u devamında Levitha’ya doğru uzanan alçak kayalık sıra adacıklar var.
Bu sayede nisbeten daha düz denizde son derece hızla Levithaya saat 17:15’de ulaştık. Adanın koyları yine fiyort gibi ve önce çok geniş bir koy’a girdikten sonra sancakta ikinci bir koy’a girip burada da sancak tarafdaki derinlemesine uzanan koya girince bir anda karşımıza 8-10 yelkenli, 1 motoryat ve 2-3 de balıkçı teknesi çıktı. Koy olduğu gibi tonozlu ve bir kişi bizi sandalı ile karşılayıp anında son kalan 1-2 tonozdan birine bağlayıverdi. Müthiş rahatlık ve sadece 7 Euro veriyorsunuz. Hava durmaksızın 5 civarında estiğini düşünürseniz gerçekten harika... Tekneyi temizledik, botu ve outboard’unu suda hazırladık, ben biraz yüzdüm ve bu arada tonozu da kontrol ettim. Son derece sağlam. Sonra nasılsa Turgutreis’te su alacağımızı düşünerek uzun uzun sıcak su duş aldım. Saat 19:00’da filikamız ile 100mt ilerideki iskeleye giderek, yaklaşık 20 dk patika yoldan restoran’a yürüdük. Balık olarak Kefal ve Sarpa vardı. Et ise oğlak idi. Ben Oğlak istedim. Arzu uyarmasına rağmen o da dayanamayarak Oğlak eti sipariş etti. Gerçektende et harikaydı. Yanında Ouzo, Adada yaptıkları keçi peyniri, Greek Salad ve Fava ile çok keyifli bir akşam yemeği yedik. Ortam harika idi ve 3-4 masanın tümü yatçılar tarafından doldurulmuş idi. Adada bir aile yaşıyor ve elektriği jeneratör ve küçük rüzgar jeneratörleri ile kısıtlı olarak elde ediyorlar. Patika boyunca yüzlerce koyun ve keçilerini gördük. Çok zor ama bir o kadar da farklı bir yaşam. Saat 21:30’da hesabı ödeyip, aynı patikadan el fenerimiz yardımıyla geri yürüdük. Dolunay tam karşımızdaydı ve fenere bile uzun süre ihtiyaç duymadık. Muhteşem bir yürüyüş oldu. Filikamız ile tekneye dönünce ortama uygun olarak J 2 bölüm lost seyrettik ve çok güzel bir uykuya daldık. Ben sabah 05:30 gibi Arzu’nun rahatsızlığı sebebi ile uyandım. Et kızcağız’a dokunmuş ve tüm gece 3 kez tuvalete gitmek zorunda kalmış. Ben de ise herhangi bir numara şimdilik yok. Ya benim keçi gençti veya benim mide ne olsa hazmedebiliyor!.

Perşembe, Eylül 27

Gün: 20, Iraklia - Amorgos

Bu sabah ta kahvaltıyı teknede yapıp, saat 09:10’da yola çıktık. Rüzgar ya hiç yok yada arasıra kıble 1-2 esiyor.
Yolu biraz uzatıp, bir çok küçük adanın içinde slalom yaparak dışarı çıktık. Hedefimiz Amorgos. Ana liman Katapola 1995'de eski teknemiz ile bir kez gittiğimiz ve hiç beğenmediğimiz bir yer. Üstelik burada pis su tankımız arıza yapmış ve sevgili Levent Ertörer ile bir saat pek (!) keyifli uğraşmış idik. O zaman maseratörlü bir sistem vardı ve biz zaten pislikle uğraşırken bu sefer maseratör yanmış ve tüm tekne duman içinde kalmıştı. Yani unutulmaz bir gündü. Bu sebeple adanın doğusundaki Ayias’a gideceğiz. Ama önce bir koyda demir atıp biraz yüzdüm sonrada öğle yemeğimizi yedik. Bu arada Vasilis’e sms ile Katapola’nın dışında başka bir koyda da rent-a-car bulup bulamayacağımızı sormuştum, Şimdi cevabı geldi. Ayias koyunda da bulabilirmişiz. Her yer Katapola’dan daha iyidir deyip, limanın önünden geri dönüp rotayı Kuzey doğuya çevirdik.

Denizde kıpraşan balıklar dikkatimizi çekince, önce son derece az süratle biraz sırtı denedik ama gelmeyince bu sefer genoa + motor ile Nikouria adacığı ile Amorgos arasındaki Kalotiri boğazına ilerledik. Çevre inanılmaz güzelleşti, bir yanda sıra sıra
yüksek dağlar, koylar, tekneler diğer yanda çok güzel bir hava. Keyfimize diyecek yok doğrusu... Boğaz oldukça dar ve sığ görünüyor ve pilot kitap da aynısını söylüyor. Arzu başta ben dümende boğazdan dikkatli bir şekilde geçtik ve 2 mil ilerideki Ayias limanına vardık. Bir çok büyücek balıkçı teknesi rıhtıma aborda oldukları için yer kalmamış. Biz de limanın ortasında kum yosun alana 4 metreye çapamızı bırakıp, 35 mt kaloma verdik. Denize girip çapayı kontrol ettim. Sonuna kadar gömülmüş. Çünkü direkt açık denize bakıyoruz ama rüzgar hafif olacak. Ortam yine mükemmel ve ben de doya doya yüzdüm ve çıkıp güzel sıcak bir duş aldım. Arzu da o arada hazırlanmıştı ve botu hazırlayıp doğru kıyıya çıktık. Hemen karşımızdaki rent-a-car’dan bir Hyundai Atos kiraladık.
Amorgos’un merkezi Chora (Küçük harf ile Xwpa yazılıyor, Hora diye okunuyor ve karşılığı aslında köy demek) 15 km uzaklıkta ve adanın en ortasında ve yüksek bir tepede... sahil boyu ama bu sefer dağlardan tekneyle geldiğimiz yolu karadan geri döndük. Radyoda TRT FM’i bulduk. Artık Turgutreis’e yaklaşık 75 dm mesafedeyiz ve yarından sonra (Cumartesi öğleden sonra) varmayı hedefliyoruz. Manzaralar müthiş etkileyici... Chora’da bir Cash & Carry bulunca hemen içki stoğumuzu da tamamladık. Yunanistan bizim duty free’lerden bile ucuz. Katapola’ya kadar inip tekrar Chora’ya geri çıktık ve meşhur manastır’a gitmek için adanın güney kıyısına geçtik. İnanılmaz güzel manzaralar, yüzlerce metre tepeden denize dimdik inen dağlar ve kayalıklar akşam üzeri pusu ile birleşince son derece etkileyici... Burada bizim Sümela’nın daha basit kopyası manastıra varyant şeklinde çok uzun merdivenler ile yaklaşık 20-30 dk tırmanarak varılıyor. Su içe içe manastıra vardığımızda ben eşofmanımın pantolon kısmını giydim. Arzu da ise kot pantolon var. Hayır uzun etek giymesi lazımmış. Arzu inanılmaz kızdı ve ciddi şekilde bu ayrımcılığı protesto etti. Yani irtica sadece bizim derdimiz değil maalesef. Neyse buraya kadar gelmişken ben daracık merdivenlerden tırmanıp manastırın içini gezdim. Zaten bir bekleme odası ve küçük bir kilise’nin dışında diğer yerleri de gezdirmiyorlar. Bina belki 8-10 kat yüksekliğinde ama eni kayalardan ancak 2-3 metre genişliğinde... Yani bizim teknelerimizin salonlarından daha dar. Bekleme salonunda su (ama deniz suyu gibi içmek mümkün değil), kadeh içki ( o güzeldi :-) ) ve bir lokum (o da ağzımızda büyüdü) ikram ettiler. Burada bir genç fransız çift ve bir irlandalıyla biraz laflaştık.

Daha sonra Arzu ile beraber yürüyerek aynı merdivenleri –ki o bile zordu- indik ve araba ile adanın güney batısını da biraz turladıktan sonra, tamamen karanlık olunca Ayias’a geri döndük. Sadece şarjlı raillight yanmakta olduğu ve biz de limanın ortasında demirli
olduğumuz için tekneye filika ile gidip demir fenerini de yakıp, rıhtıma geri döndüm. Ayias’ın etrafındaki dağlarda bir çok köyler var ve aldığımız bilgi ile Tholaria köyüne araba ile çıktık. Aşağıda Ayias ve liman tüm güzelliği ile ışıl ışıl dururken, köy de 100 yıl önceki tarzda kafe/marketleri, tavernaları, hediyelik eşya atelyeleri (direkt dükkan içinde üretim yapıyorlar) ve şirin evleri ile gözümüze pek güzel göründü. Vigla otelinin restoranında güzel bir biftek ve şarap ile akşam yemeğinin ardından saat 22:00 gibi bu seferde başka bir köye Lagdaka’ya tekrar tırmandık. Belli ki çok güzel ve kaliteli bir köy... Adanın burası seyahatimiz boyunca en kaliteli yerler olarak dikkatimizi çekti yine de bizdeki kalite ve lüks –belki Santorini hariç- hemen hiç bir yunan adasında yok. Saat 23:00’e doğru en son yürüyüşü de kendi köyümüz Ayias’ta yaptık. Eylül sonu olmasına rağmen oldukça kalabalık sayılır. Tekneye o kadar yorgun döndük ki, ne Lost dizisini seyretmeye, ne de yarın sabah hiç erken hareket etmeye niyetimiz yok.

Çarşamba, Eylül 26

Gün: 19, Sikinos - Iraklia

Sabah kahvaltıyı güvertede yapıp, etrafı toparladıktan sonra saat 09:30’da yola çıktık. Tam yola çıkmadan evvel kuzeyli rüzgar tamamen sona erip hava tamamen kaldı ve hatta teknenin pruvası güneye dönerek zincirimiz tam altımızda arkamıza doğru kaldı. Sikinos’un güneyini doğuya doğru geçişimizi ve Ios adasının kuzeyini bordalarken çarşaf gibi su da motorla yolumuza devam ettik. Toplam yolumuz 23 deniz mili, rotamız ENE ve hedefimiz küçük Cyclades diye de bilinen küçük adacıklar grubu... Yaklaşık 10 dm mesafede irili ufaklı 8-10 adacık var ve çoğunda az da olsa yerleşim de var. Bunların içerisinde özellikle Iraklia ve Skhinoussa güzel koyları ve kumsalları ile öne çıkanları ve adaların çoğunda her havaya kapalı bir çok koy bulmak mümkün. Daha 5-10 yıl öncesine kadar bu bölge Yunanistan’ın en ücra, en az gelişmiş ve en zor ulaşılan bölgelerinden biri kabul edilirmiş. Hava iyiyse sadece bir tekne o da haftada bir olmak üzere posta getirirmiş. Şimdi ise yatçıların gözdesi olmuş ama hala olanakları son derece kısıtlı...

Ios’u geçtikten sonra hafif bir kıble/keşişleme rüzgarı almaya başladık. Hemen motoru stop edip, 8-9 kn rüzgarda orsa dar apaz arası 4,5 – 5 knot sürat ile çok keyifli bir seyir yaptık. Kısa bir süre sonra zahiri rüzgar 10 -11 knot’a oturdu ve bizde 5,5 – 6 knot sürate çıktık. Yaklaşık 2,5 saat yelkenle seyir’in ardından Iraklia'nın Kuzey ucuna vardığımızda yelkenleri kapatıp, motoru çalıştırdık ve saat 13:00 gibi küçük limanı olan koya girdik. Yunan adalarında limana yanaşmak isteniyorsa boş yer bulabilmek için saat 16:00’dan önce varılmasında fayda var. Hele hava sert ise çok daha erken gitmeniz gerekir. Iraklia'nın limanında yatlara ayrılan bölüm şu anda bomboş. Ancak kendimizi garantiye almak ve bu gece solugan almadan uyumak istiyoruz. Ayrıca Skhinoussa’nın Mirsini limanını da görmek istediğimiz için koydan geri çıkıp, 1,5 dm uzaklıktaki Mirsini’ye gittik. Ancak koya güneyli rüzgar çırpıntı getirdiğini gördüğümüz için tekrar Iraklia adasının limanına geri döndük ve limanın iç kısmının en başına, 3 mt suya demirimizi bırakıp uzun bir kaloma ile rıhtıma yaylı halatlarımız ile bağlandık. Rüzgarı iskelemizden aldığımız ve çapamızı da bizden sonra gelecek tekneler olursa üzerine atmasınlar diye daha fazla rüzgar altına bıraktığımız için iskelemizden rıhtıma bir de baş halatı alınca New Life sanki adaya temel atmış gibi en küçük bir kıpırtı bile olmaksızın durdu.

Sikinos gibi burası da tam benim aradığım tarzdan bir yer. Balıkçıların dışında bir tek biz varız. Karşımız harika bir kumsal, tertemiz bir deniz. Arzu rahatsız olduğu için güvertede kitap okumayı tercih ederken ben de bol bol kumsaldan denize girdim. Bir ara çok küçük bir feribot gelip demir dahi atmadan ve sadece tek halatla yolcu, araba ve malzeme indirdi, yükledi ve 10 dakika içerisinde tekrar gitti. Bu feribotların yanaşma ve ayrılma ustalığı inanılmaz, kaptanların altlarında sanki gemi değilde Murat 124 var. Bu geminin sığmaz dediğiniz yere anında tek bir manevra ile yanaşıp, suyun üzerinde kazık çakmış gibi tek halat üzerinde bekliyebiliyorlar.

Daha sonra sahilden biraz içeride Perigiali restoran’ına yürüyüp akşam balık yemeğe geleceğimizi söyledik ve yukarıdaki Panayia köyüne nasıl gidebileceğimizi sorduk. Sadece yürüyerek gitme imkanı varmış. Biz de elimizde baston dere tepe yürümeye başladık. Köy 4,5 km uzaklıkta ve önümüzde epey aşılacak tepe de var. İstediğimiz yerden döneriz diye düşünüyoruz. Çünkü saat’da 18:00’i geçti. Ama o kadar güzel manzara karşısında tepe tırmanmak, kumsallara inmek son derece keyifli idi. Yolun yarısında bir pikap araba geldiğini görünce otostop yapıp, arkadaki kasasına atladık. Sonradan anladık ki, adam ile karısı meğerse gelecekleri yere varmışlar ve sadece bizim için yaklaşık 2,5 km’lik yolu ekstra gidip, bizi bıraktıktan sonra geri döndüler. Köyü boydan boya yürüdük. Sadece bir traktör yanımızdan iki kez geçti, başka trafik yok. Köyde de dışarıda sadece 2-3 kişiyi gördük. Bir restoranımsı bir yer vardı ama o da kapalı gibiydi. Bakkal bile yok, ne köyde ne limanda... Sonra dönüş yoluna geçtik. Güneş yüksek tepelerin arkasından kayboldu. Şeker gibi bir hava. Seyrettiğimiz Lost dizisi ile ilgili epey durumumuz benzemeye başladı. Önce tarihi bir kalıntılar ve mağaraya vardık. Hava kararmaya doğru gittiği için –dizinin de tesiriyle- pas geçtik. Bir ses duyduk, arabadır diye düşünürken gelen bir Vespa imiş, yanımızdan geçip gitti. Artık her an yaban domuzlarının veya "Others"’ların gelip saldırmasını bekliyoruz! Neyseki gelişte pikap'a bindiğimiz yere yakın bir yerde bu sefer başka bir minivan geldi ve tekrar otostop ile yarı Yunan yarı Afrikalı ve çok güzel ingilizce konuşan bir genç hanım bizi arabasına aldı. Yolda güzel sohbet ettik. Burada 12 ay yaşıyorlarmış ve yoğunluktan kitap bile zor okuyorlarmış!. Neyse limanda bizi bıraktığında iki teknenin daha yanımıza yanaştığını, 1 tekne’nin de gece karanlığında koya girmekte olduğunu gördük. Perigiali restoranda ben Feta balığını (Kılış balığı), Arzu da iki büyük kalamar balığını bir sürü kedinin arsız bakış ve atakları içinde yedik, şarap içtik. Bu arada yanımızdaki masaya dev tabaklarda et yemeği gelince retoran sahibesine ne olduğunu sorduğumuzda “-Ooo, buranın domuzları çok meşhurdur, bilmiyor muydunuz? ” demesin mi! Arzu ile epey güldük.

Saat 21:00 gibi yorgun argın tekneye döndüğümüz de rıhtımın çok kalabalık olduğunu gördük. Herkes bir taraflarda balık avlarken, bir adam ise elinde en az 3 metrelik ucunda net olan kepçeyi denize her daldırışında onlarca kopez’i anında dışarı alıyor. Böyle şey görmedim. Deniz sanki balık havuzu, binlercesi denizin içini kaplamışlar. Adam 5-6 defa aynı şeyi yapınca ben de hemen bizim kısa kepçeyi kaptığım gibi adamı taklit ettim. Fakat adamın sürati karşısında ben kepçenin deniz içinde bu kadar zor hareket ettirilebilmem ile şaşkına döndüm. Önümde yüzlerce balık olmasına rağmen bir tane bile alamadım veya oldukça karanlıkta derinliği iyi hesaplayamadım. Adam yarım saat içerisinde neredeyse bütün adayı doyuracak balığı yakaladı. Rıhtımın üzeri kıpraşan balıktan geçilmiyor. Adanın bütün kedileri de hemen ziyarete geldiler. Herkes ve kediler kapan balığı götürüyor. Adam oralı değil, milletin aldığından fazlasını nasılsa bir daldırışta çekiyor. O kadar enteresanki, koca adam elinde koca bir kepçe ile rıhtımda koşar adımlarla balıkların olduğu yeri bulup kepçeyi daldırdı mı, 1-2 saniye içerisinde 4-5 metre kepçeyi sürükleyip ağzına kadar dolu rıhtıma çıkarıyor. Gündüz ise burada hiç balık yoktu. Neyse daha sonra Arzu’nun ısrarı ile bir bölüm Lost seyrettik, ben o arada uyuyup kalmışım.

Salı, Eylül 25

Gün: 18, Milos - Sikinos


Ve en sonunda... Bazı hava raporları 6-7, Bazı hava raporları 5-6 vermesine rağmen, Sabah ekmek, çöp, kiralık araba gibi işleri hallettikten sonra 09:50’de limandan ayrıldık. Erken saatte liman içinde yüzek passarella amaçlı bir tahta görmüş idim. Çapayı aldıktan hemen sonra da alüminyum bir gönder’in de denizde olduğunu farkettik. Onu da kendi gönderimizle alıp, yanımızdaki katamaran’a sahibini bulması için verdik. Dalgaların kaba ve kırılır; Rüzgar’ın ise NE’e kaçık olduğunu görünce kendimizi hiç zorlamayıp rotamızı hemen Sikinos olarak plotter’da düzelttik. Rüzgar ise tam 5 esiyor. Bu iyiye işaret düşecek demektir. Yelkenleri önce full ana ve %50 genoa, sonra da full genoa ile açtık.
40 deniz mili boyunca hızımız 8 knot’un altına düşmedi. Milos’un önce kuzeyini doğuya doğru takip ederek Kimolos adası ile arasındaki Stenon Mikou – Kimolou boğazını geçtik. Küçük Ay Yeoruyios adacığı ve Poliagos adasını iskelemizde bırakarak Folegandros’un batısına yöneldik. Önce niyetimiz Folegandros’un güneyinden geçip Sikinos’a tırmanmaktı ama daha sonra Sikinos’a direkt rota tutup Folegandros’un kuzeyinden devam ettik. Rüzgar’da 4’e düşmesine rağmen fırtına artığı dalgalar bizi epey zorladı. Tüm ümidimiz Sikinos’ta sallanmadan sakin bir gece geçirmekte...Sırtıları tekrar hazırladım. Kardhiotissa ve Kaloyeros adacıklarını da sancağımızda bırakıp günlerdir ilk defa sakin suda son 5-6 mil yolumuzu Sikinos’un güneyinden 4 knot motor sürati ile yaptık.
Liman son derece küçük ve sadece 2 (belki 3) tekne o da bordadan olmak kaydı ile yanaşabilir. Ama deniz o kadar güzel ve dip kum olduğu için saat tam 15:15’de boş limana yanaşmak yerine 3 metre derinliğe 30 metre zincir döşeyerek liman dışında demirlemeyi tercih ettik. Büyük hata oldu çünkü gece çıkan katabatik (dağlar arası vadilerin yarattığı rüzgar) rüzgarı sebebiyle aynen Milos’ta olduğu gibi beşik gibi sallandık durduk. Bu adanın nüfusu herhalde birkaç yüz kişi ancak vardır ama peşi sıra büyük feribotlar (gece 04:00 de bile) gelerek bir kaç dakika içerisinde yanaşıp ayrılıyorlar. Tabii bir de onların yarattığı soluganları da ayrıca yiyip, iyice sindirdik.

Önce birer kahve içip kokpitte dinlendik. Arzu maalesef hasta oldu ve ilaç ile ayakta duruyor. Ben denize girip çapayı kontrol ettim. Kuma komple gömülmüş. Bir duş alıp, botu ve motorunu denize indirdim. Kıyıya gidip otobüs ile yukarıdaki köye çıktım. Bu adaya 2004 yılında Ahmet ve Saba Atay ile iki tekne bir kez gelmiş ancak köyü sadece gece görebilmiş idik. O zaman köyün arkasının uçurum şeklinde denize indiğini farketmiş ama karanlıktan bir şey görememiştik. Şimdi gündüz gözüyle baktığımda hakikaten allahın gücünü insan burada daha iyi anlıyor. Köyü boydan boya yürüdükten sonra yaklaşık bir 100 mt’yi de merdivenimsi taşlarla tırmanarak tepedeki eski kale yeni manastıra vardım. Benden önce de karı koca ve oğulları doktor olan 3 Yunanlı oradaydı ve mecburi hizmetini Sikinos’ta yapmakta olan genç doktor manastırın kapalı olduğunu 15 dk sonra görevli rahibenin açacağını söyleyince beklemeye ve sohbet etmeye başladık. Yaklaşık 45 dk beklememize ve başka turistlerinde gelmesine rağmen rahibe bir türlü gelmedi. Ancak manzara muhteşem. Bütün Orta ve Güney Cyclades’ler dört bir yanda ayağımın altında sanki...
Kuzey yanım öyle bir ucurum ki tahminen 400-500 metreden taş atsan denize düşecek. Adanın zaten her tarafı dağ ve en yüksek noktası 600 mt. Güney yanımdan ise koyumuzu ve hatta tekneyi nokta olarak görebiliyorum. Saat 19:00’dan sonra sadece 22:30’da aşağıya otobüs var, taksi ise yok. Arzu’yu geceye bırakmamak için 18:30 gibi manastırı gezemeden ayrılıp tekrar köy indim ve otobüste tek yolcu olarak limana kadar indik.
Bu gece dolunay var. Yeni doğan ay direğimizin tam tepesinde sanki koca bir demir feneri gibi yanıyor. Arzu biraz daha iyiydi ama yemek işi ile uğraşmaması için sahildeki küçük ve basit lokantaya gittik. Balık yok ve tüm etler domuz eti... bense bacon hariç domuz etini yiyemiyorum. Neyseki son anda tavşan eti olduğunu öğrenince artık midemelerimizi allaha havale ederek limon soslu tavşan eti, kızarmış patates, dev fasulye ve Greek Salata’dan oluşan yemeğimize bir kadehte Ouzo ilave ederek hızlı bir yemek yedik. Filika ile tekneye döndüğümüzde saat 21:00 olmuştu ve bir süre güverte de Arzu ile sohbet ettik, sonra salonda DVD’de Lost’tan iki bölüm daha seyredip, beşik gibi sallanan teknemiz de uyduk.

Pazartesi, Eylül 24

Gün: 16-17, Milos Adhamas Limanı (hala...)


Artık tam Milos’lu olduk. Anlatacak hemen hiç bir özel şey yok. Yine fırtına... Bu arada bir kaç gündür feribot seferlerinin dahi yapılmadığını öğrendik. Kimse ne gelebiliyor, ne gidibiliyor. Biz de soluganlara öyle alıştık ki, tekne sanki denizde sallanmasa bir problem mi var diye düşüneceğiz. Bol bol kitap okuma, DVD seyretme, plaja gidip güneşlenme ve denize girme, ufak tefek tekne ile ilgilenme dışında son derece monoton bir şekilde fırtınanın bitişini bekliyoruz. Aslında sallanma dışında hiç bir şeyden şikayet etmeye hakkımız yok ve benim epey hoşuma gidiyor desem yalan söylemiş olmam. Gerçek bir ada yaşamı sürüyoruz buranın 4500 kişilik halkı ile... Bir kaç arkadaşımız bile oldu. Rent a car sahibi Drougas’ın Jeanneau 45 teknesi var ama yazın iş yoğunluğundan hiç binemiyor. Türkiye’yi daha görmemiş. İlk fırsatta geliyorum dedi. Rıhtım sorumlusu Stelyo ise herkesin tanıması gereken son derece canayakın bir beyefendi. Sadece Türk olduğum için bana yardımcı olmak için çırpınıyor. En son kendi cebinden ödeyerek gidip bazı civatalar aldı getirdi benim için. Parası mühim değil, böyle uzak bir yerde bu ilgiyi görmek çok daha değerli. Bir film’de duyduğum bir söz burada tam yerine oturuyor. Sahip olduğumuz şeylerin maliyetini değil, değerini bilmemiz çok önemli... Liman parasının 1/3’nü zorla ödeyebildim kendisine... Günlük 12 Euro ve son 4 gün için 48€ yerine 15€ aldı. Schöderer’in Siyasi hayatım kitabı da çok kalın olmamasına rağmen zorlukla ilerliyorum. Son derece enteresan ve tam anlamaya çalışıyorum. Gerçekten barış için Bush’a karşı çok mücadeleler veren ve Türkiye’nin AB içinde olmasını yeni dünya düzeni içinde önemli gören, Putin ve Chirac ile iyi arkadaş iyi bir politikacı... Hep şüphe ile yaklaşıyorum ama yazdıkları ile benim düşüncelerim örtüşüyor hatta kendime de dersler çıkarıyorum. Bu sebeple yavaş yavaş ve tekrarlayarak okuyorum. Bir de Parma Kontesi isimli Halil’in önerdiği kitap hakikaten sürükleyici... Ama Lost dizisi, hele adada geçtiği için, geceleri, sallantı ve rüzgar eşliğinde inanılmaz... Karşısında uyuyup kalana kadar seyrediyoruz. Resmen bağımlılık yarattı. Bir bölüm öyle bir yerde bitiyorki, bir sonrakini seyretmemek büyük irade istiyor, işte o da biz de yok J
Yarın sabah yola çıkış, hava yine de 6 veriyor. Ama öıkmak istiyoruz. Rotamız rüzgar ve denizin durumuna göre ya Sikinos olacak ya da Anti Paros.. Ama bambaşka bir adaya, hatta geriye dönersek şaşırmam... Yarın sabah deniz bize ne yapmamız gerektiğini açığa çıkınca söyleyecek.

Cumartesi, Eylül 22

Gün: 14-15, Milos Adhamas Limanı

Milos günlerimiz devam ediyor. Fırtına ve dolayısıyla soluganlar sabahtan başladı. Zaten bu seyahate soluganlar ve deniz anaları seyahati demek galiba daha doğru olacak. Sabahtan daha Arzu uyurken, Yaylı ve zincirli koltuk halatlarını sahile bağladım. Mevcut yaysız koltuk halatlarını gevşettim ama tamamen kaldırmadım. Hem destek olurlar, hem de solugan’a göre yer değiştirecek olursak bu koltuk halatları ile rıhtımdan iki kişi ayrılmamız mümkün. Yaylar en azından o kötü vuruntu ve sarsıntıları %80 oranında azalttılar. Ayrıca baştan’da kıyıya bir halat bağlayarak çapanın üzerine binebilecek yan yükleri azalttım. Ayrıca, teknenin kıçının da dönerek rıhtıma değmesini engelleyecekler. Çapamız son derece iyi tutuyor. Aslında rüzgarı arkadan iskele tarafına kaçık olarak alıyoruz ve çapaya binen çok rüzgar yükü yok. Ama soluganlar o kadar etkiliki, mutlaka çapaya çok yük bindirebilirler. Sallantı da olmasa halimizden hiç şikayetimiz olmayacak. Nasılsa çok ada gezmek değil, teknede rahat etmek ana amacımız... Gerçi zamanla ben sallantıya epey alıştım. Bazen durduğunu zannediyorum ama sonra dışarıya baktığımda ne kadar çok sallandığımızı görüyorum.

Hava da serinledi, yaklaşık 21-23 derece aralığında... Ama arasıra bulutlar kapamadığı sürece gayet güzel. Sabahları kaloriferi yakıyorum. Akşamları da artık teknenin güvertesinde oturamıyoruz. Diğer açıdan çok güzel kitaplarımız ve geniş bir DVD kolleksiyonumuzun oluşu; elektrik, su ve altımızda araba oluşu gibi çok büyük rahatlık. Kahvaltıyı teknede yaptık ve epey uzunca bir süre kitap okuduk.
Öğleden sonra da araba ile adanın güney kıyılarını keşfe çıktık. Her taraf dantel gibi koylarla kaplı. Denizin fibi kum ve rengi cam mavisi... Ancak her taraf madenlerle kaplı ve dağlar delik deşik. Birçok koyun önünde gemi yükleme pompaları var ve koyun arkasında tepeler hep kesilerek teraslanmış. Özel mülk olduğu için bu güzel koyların bazılarını da ancak tepeden seyredebiliyoruz. Adanın batısı olduğu gibi dağlık bir arazi ve en yüksek tepesi 750 metreye kadar çıkıyor. Yerleşim hemen hiç yok veya çok fakir evler var. Yollar güneyde de, kuzeyde de batıya doğru gidince toprak yol oluyor. Adanın hemen hemen en güney batısına kadar gittik. Ancak benzinimiz azaldığı için geri dönerek Adhamas’tan benzin aldık ve tekrar Pollonia köyüne gittik. Oradaki marin mağazadan dün aldığım halat kasa aparatlarını daha büyük boyları ile değiştirdim. Gina’nın tavsiye ettiği ve daha köyün girişinde olduğu için aslında tercih etmeyeceğimi sandığımız küçük bir restoranda Adı galiba Apenemia idi. Mükemmel yemekler yedik. Akşam tekneye dönüp uzun saatler DVD’den Lost dizisinin bir çok bölümünü TV karşısında uyuyup kalıncaya kadar seyrettik.
Cumartesi sabahı da geç kalktık ve saat 10:30 gibi sahilde kahvaltı veren güzel bir kafeye gittik. Dün geceyarısı limana bir yelkenli gelmişti. O sert havada gece vakti denizde ne işleri var diye düşünmüştüm. Kahvaltı sonrası gidip tekneye baktığımda bizim Çeşme’de ve Port Alaçatı evleri önünde bağlı olduğunu gördüğüm ve beğendiğim Beneteau 473 modeli olan KIZ teknesi olduğunu gördüm. Biz ise bağlı olduğumuz rıhtımda hala tek tekneyiz. Acaba daha fazla mı solugan alıyoruz diyorum ama diğer teknelerde bize yakın sallanıyorlar. Sadece büyük ferryler geldiğinde solugan 1-2 dakikalığına artıyor ama burası en azından o kısımdan kat be kat daha güzel. Bu havada da çapamı da hiç ellemek niyetinde değilim. Sahiplerini tanımasam bile Türkler geldi diye sevinirken bayrağının Bulgaristan olduğunu gördüm. Teknede 3 Bulgar adam vardı. Daha 6-7 ay önce Çeşme’den tekneyi satın almışlar. Adını değil ama limanını Varna olarak değiştirmişler. Dün bütün gün ve gece 38 knot rüzgarı orsadan alıp Santoriniden buraya gelmişler. Müthiş yordunlardı ve hala teknein kıçı rıhtıma çarpmasın diye uğraşıyorlardı. Tekne bundan böyle Varna’da bağlı kalacakmış. Ne güzel Karadeniz de Yelkencilik artıyor. Rusya, Ukrayna zaten serbestleşmişti ve oldukça denizci insanlar, Romanya ve Bulgaristan artık AB’de, mutlaka standartları hızla yükselir. Tuna sebebiyle iç bölgelerden de yatlar gelebilir. Karadeniz bölgemize epey faydası olacaktır. Ama görenler bilir kıyıdaki otoyol Karadeniz’in güzelliğini öyle bozduki, üzülmemek elde değil.

Daha sonra araba ile bu sefer de adanın kuzeybatısını keşfe çıktık. Toprak yollar, Issız plajlar, şahane koylar ve yine madenler... Adanın en batısında en olmadık unutulduk bir yerde bir manastır’a vardık. Önünde en az 20 araba, motor... İç içe geçmiş veya tek çatı altına yapılmış onlarca odacıklar ve içlerinde bir çok insanlar. Milos’un en büyük manasltırı imiş. Ancak içinde insanlar –herhalde rahip vb olmak üzere olabilir- yaşıyorlar. Genel bir pislik ve her tarafda çöpler, içki şişeleri... Kilise filan da göremedik. Garip bir yer ve garip insanlar... Fazla oyalanmadan oradan ayrılıp yola devam ettiğimizde dün geri döndüğümüz noktaya varınca durmadan devam ettik. İlk gittiğimiz plaja tekrar giderek öğleden sonra yemeği yedik ve ben biraz denize girdim. Ardından 2-3 saat kumsaldaki şemsiye altındaki şezlonglarda kitap okuyup güneşlendik. Hava sıcak olmamasına rağmen güneş güzel yakıyor. Bu arada cep telefonu ile internetten hava raporuna bakıyorum. Galiba bizi Milos’un yerlisi yapmaya niyatli gibi... En az Salı’ya kadar buradaymış gibi görünüyor. Benimse artık canım denize çıkmak istiyor. Hayalimizde solugan olmayan yerlerde bir iki günde olsa demirlemek var.

Akşam Adhamas’a geri dönüp, market alışverişini takiben, teknede usturmaçalara, kovaya ve filikaya yeni aldığım kasa aparatlarını taktım. Çok şık oldu ve oldukça da güçlü görünüyorlar. Yemeğimizi tekrar teknede yedik ve geleneksel olarak gece 01:00’e kadar Lost’u seyre devam. Rüzgar’ın ıslığı ve sallantı altında olmak böylesine heyecanlı bir dizi için herhalde en ideal ortam. Acaba DVD hastasımı olduk ne? Ama o da olmasa geriye sadece kitap okumak kalıyor ki, DVD şu anda hayatımıza ciddi renk katıyor.