Perşembe, Eylül 20

Gün: 13 Milos, Adhamas Limanı

Bu sabah Arzu biraz rahatsız boğazları ağrıyor, umarım daha kötü olmaz. İlk iş gidip araba kiraladım. Yeni ve küçük bir Fiat Panda, sınırsız km, airconditon ve 25€/Gün. Oldukça iyi bir fiyat. Sabah neredeyse bütün liman boşaldı. Hep charter tekneler olduğu ve yarında fırtına başlayacağı için herkes bir yerlere daha gidip sığınmak veya Cumartesi, Pazar tekneleri geri teslim etmek için acele ediyorlar.

Teknede kahvaltımızı yaptıktan sonra Arabaya binip adayı turladık. Önce yukarıda adanın merkezi olan Plaka köyüne gittik. Köyde küçük bir folklor müzesi var ve müzenin sorumlusu Gina hanım ABD, İspanya ve son olarakta Monte Carlo’da 20 yıl yaşamış, 2 yıl öncede Milos’ta kendisine ev alarak burada 5 köpeği ve 30 (yanlış duymadınız) kedisi ile birlikte yaşıyor. Kimse olmadığı için önce ada hakkında bize birçok bilgiler (plaj, restoranlar, adadaki yaşam gibi) verdi. Bu arada müzenin hemen yanındaki kilisede 16-17. Yy’da İzmir’den getirilmiş adını biğlemeyeceğimiz ama ölen azizlerin üzerine yatırıldığı parça varmış. Bu parça genelde ahşap veya başka malzemeden olurmuş ama bu son altınmış ve adanın en kıymetli mülküymüş. Kilise kapalı olduğu için göremedik. Ev ise oldukça enteresan idi. Yüzyıllar öncesinin yaşamını en güzel şekilde gösteriyordu. Bu ada fransız ve İngiliz donanmalarına uzun süre ev sahipliği yapmış ve adadaki kaptanlar dünyaca ünlü navigatörlermiş. Karadeniz’den Cebelitarığa bütün sığlıkları, limanları vs. bildikleri için çok zenginlermiş ve ayrıca her biri birden çok lisan konuşurmuş. Örneğin bu evin sahibi arapça dahil 7 lisan bilirmiş.

Araba ile adanın kuzeyini turladık. Birbirinden güzel plajlar ve kayalıklar ile dantel gibi... Mandrakia, Sarakiniko, Filakopi’den sonra adanın en kuzey doğu ucundaki Pollonia köyüne vardık. Hemen karşısında Kimolos Adası ve ardaki boğazda birçok koy var. Aslında tekne ile gezilebilir ama yarından itibaren fırtına başlıyor ve üç gün sürecek. Milos adası oldukça küçük ve yollar gayet güzel yaılmış. Bu arada Pollonia’da oldukça güzel bir marin mağaza buldum. Aradığım halat tutucuları olmamasına rağmen, can simidi feneri tutacağı, halatları kasa yapmak için kilitler, İki balon usturmaça, kova ve birkaç küçük malzemeler aldım. Daha sonra tekrar Adhamas üzerinden bu sefer Paleohori plajına gittik. Yolda adanın merkezindeki Zefiria’dan geçtik. 1600-1700’lü yıllarda adanın merkezi Zefira imiş ve 6-7.000 kişi yaşarmış. Ancak daha sonra olan büyük deprem sebebiyle Volkanların arasından çıkan sülfür ve bu sülfürden dolayı tarım’ın alt üst olması, hatta bir çoğunun yediklerinden zehirlenmesi veya ölmesi sebebiyle merkez 1800’lerde Venediklilerce inşa edilen Plaka olmuş. Şimdi Zefira’da sadece50-100 kadar ev kalmış.

Paleohori plajı harika bir yer. Kayaların arasında yaklaşık 700 mt uzunluğunda bir kumsalı var. 3-5 restoran, cafe ve otel var. Deniz suyu normalden sıcak ve üzerindeki köpüklerin sebebi hala alttan fışkıran sülfür gazı imiş. Hatta bazı et yemeklerini kumsalda kazdıkları ve sülfür gazı sebebiyle sıcak olan çukurlarda pişiyorlar ve adına da Volcan Food J diyorlar. Güzel bir öğle yemeği, kumsalda hasır şemsiyeler altında kitap okuma, uyuma ve yüzme ile akşam 18:00 gibi ayrılarak Adhamas’a teknemize döndük ve yıkanamadan dahi gün batımını seyretmek için tekrar Plaka’ya gittik. Toparklar ağzına kadar dolmuş. Uzağa arabamızı bıraktıktan sonra koşar adımlarla köyden, Kastro’ya doğru tırmandık. Ancak o kadar çok yorulduk ve güneş batımı da o kadar çok yaklaştıki; Zirvedeki Kastro’ya 20-30 metre yükseklik kala bir çok kişinin seyir amaçlı geldiği kilisenin terasında bizde kendimize bir yer bulduk. Ufukta bulutlar olmasına rağmen yinede güneş harika görüntüler sunarak battı. Her ne kadar gerçeğini yansıtamasa da epey fotoğraf ve kısa video çektim.

Daha sonra köye inerek, tekrar müzeye gittik ve Bayan Gina’dan çeşitli bilgiler aldık. Köy’ün meşhur restoran’ında bu sefer meşhur Milos’a özel peynirle yapılan cheese pie, kalamar, fava ve salata ile yemek işimizi hallettik. Bugünlerde devamlı olarak Gerard Schöderer’in ‘Siyasi hayatım’ kitabını okuduğum için yandaki masadaki genç Alman çiftin dikkatini çektik. Hem onlar hem de daha sonra aramıza katılan Gina ile güzel bir sohbet yaptık. Alman çift son otobüsü de kaçırdıkları ve onlar da Adhamas’a gelecekleri için kiralık arabamızla hep birlikte limana döndük. Cep İnternet’ten gazetelere ve hava raporuna baktım. Türkiye de galiba bir Malezya’laşma sorunu manşet olmuş. Havada ise hiç ümit yok. Görünüşe göre en az Pazartesi veya belki Salı’ya kadar bu küçük adadayız. Ancak burası çok güzel bir ada ve açıkçası koyda mahsur kalmaktan daha iyidir. Ne su, ne elektrik sorunumuz yok. Daha sonra yorgun bir şekilde hemen yattık.

Hiç yorum yok: