Cumartesi, Eylül 22

Gün: 14-15, Milos Adhamas Limanı

Milos günlerimiz devam ediyor. Fırtına ve dolayısıyla soluganlar sabahtan başladı. Zaten bu seyahate soluganlar ve deniz anaları seyahati demek galiba daha doğru olacak. Sabahtan daha Arzu uyurken, Yaylı ve zincirli koltuk halatlarını sahile bağladım. Mevcut yaysız koltuk halatlarını gevşettim ama tamamen kaldırmadım. Hem destek olurlar, hem de solugan’a göre yer değiştirecek olursak bu koltuk halatları ile rıhtımdan iki kişi ayrılmamız mümkün. Yaylar en azından o kötü vuruntu ve sarsıntıları %80 oranında azalttılar. Ayrıca baştan’da kıyıya bir halat bağlayarak çapanın üzerine binebilecek yan yükleri azalttım. Ayrıca, teknenin kıçının da dönerek rıhtıma değmesini engelleyecekler. Çapamız son derece iyi tutuyor. Aslında rüzgarı arkadan iskele tarafına kaçık olarak alıyoruz ve çapaya binen çok rüzgar yükü yok. Ama soluganlar o kadar etkiliki, mutlaka çapaya çok yük bindirebilirler. Sallantı da olmasa halimizden hiç şikayetimiz olmayacak. Nasılsa çok ada gezmek değil, teknede rahat etmek ana amacımız... Gerçi zamanla ben sallantıya epey alıştım. Bazen durduğunu zannediyorum ama sonra dışarıya baktığımda ne kadar çok sallandığımızı görüyorum.

Hava da serinledi, yaklaşık 21-23 derece aralığında... Ama arasıra bulutlar kapamadığı sürece gayet güzel. Sabahları kaloriferi yakıyorum. Akşamları da artık teknenin güvertesinde oturamıyoruz. Diğer açıdan çok güzel kitaplarımız ve geniş bir DVD kolleksiyonumuzun oluşu; elektrik, su ve altımızda araba oluşu gibi çok büyük rahatlık. Kahvaltıyı teknede yaptık ve epey uzunca bir süre kitap okuduk.
Öğleden sonra da araba ile adanın güney kıyılarını keşfe çıktık. Her taraf dantel gibi koylarla kaplı. Denizin fibi kum ve rengi cam mavisi... Ancak her taraf madenlerle kaplı ve dağlar delik deşik. Birçok koyun önünde gemi yükleme pompaları var ve koyun arkasında tepeler hep kesilerek teraslanmış. Özel mülk olduğu için bu güzel koyların bazılarını da ancak tepeden seyredebiliyoruz. Adanın batısı olduğu gibi dağlık bir arazi ve en yüksek tepesi 750 metreye kadar çıkıyor. Yerleşim hemen hiç yok veya çok fakir evler var. Yollar güneyde de, kuzeyde de batıya doğru gidince toprak yol oluyor. Adanın hemen hemen en güney batısına kadar gittik. Ancak benzinimiz azaldığı için geri dönerek Adhamas’tan benzin aldık ve tekrar Pollonia köyüne gittik. Oradaki marin mağazadan dün aldığım halat kasa aparatlarını daha büyük boyları ile değiştirdim. Gina’nın tavsiye ettiği ve daha köyün girişinde olduğu için aslında tercih etmeyeceğimi sandığımız küçük bir restoranda Adı galiba Apenemia idi. Mükemmel yemekler yedik. Akşam tekneye dönüp uzun saatler DVD’den Lost dizisinin bir çok bölümünü TV karşısında uyuyup kalıncaya kadar seyrettik.
Cumartesi sabahı da geç kalktık ve saat 10:30 gibi sahilde kahvaltı veren güzel bir kafeye gittik. Dün geceyarısı limana bir yelkenli gelmişti. O sert havada gece vakti denizde ne işleri var diye düşünmüştüm. Kahvaltı sonrası gidip tekneye baktığımda bizim Çeşme’de ve Port Alaçatı evleri önünde bağlı olduğunu gördüğüm ve beğendiğim Beneteau 473 modeli olan KIZ teknesi olduğunu gördüm. Biz ise bağlı olduğumuz rıhtımda hala tek tekneyiz. Acaba daha fazla mı solugan alıyoruz diyorum ama diğer teknelerde bize yakın sallanıyorlar. Sadece büyük ferryler geldiğinde solugan 1-2 dakikalığına artıyor ama burası en azından o kısımdan kat be kat daha güzel. Bu havada da çapamı da hiç ellemek niyetinde değilim. Sahiplerini tanımasam bile Türkler geldi diye sevinirken bayrağının Bulgaristan olduğunu gördüm. Teknede 3 Bulgar adam vardı. Daha 6-7 ay önce Çeşme’den tekneyi satın almışlar. Adını değil ama limanını Varna olarak değiştirmişler. Dün bütün gün ve gece 38 knot rüzgarı orsadan alıp Santoriniden buraya gelmişler. Müthiş yordunlardı ve hala teknein kıçı rıhtıma çarpmasın diye uğraşıyorlardı. Tekne bundan böyle Varna’da bağlı kalacakmış. Ne güzel Karadeniz de Yelkencilik artıyor. Rusya, Ukrayna zaten serbestleşmişti ve oldukça denizci insanlar, Romanya ve Bulgaristan artık AB’de, mutlaka standartları hızla yükselir. Tuna sebebiyle iç bölgelerden de yatlar gelebilir. Karadeniz bölgemize epey faydası olacaktır. Ama görenler bilir kıyıdaki otoyol Karadeniz’in güzelliğini öyle bozduki, üzülmemek elde değil.

Daha sonra araba ile bu sefer de adanın kuzeybatısını keşfe çıktık. Toprak yollar, Issız plajlar, şahane koylar ve yine madenler... Adanın en batısında en olmadık unutulduk bir yerde bir manastır’a vardık. Önünde en az 20 araba, motor... İç içe geçmiş veya tek çatı altına yapılmış onlarca odacıklar ve içlerinde bir çok insanlar. Milos’un en büyük manasltırı imiş. Ancak içinde insanlar –herhalde rahip vb olmak üzere olabilir- yaşıyorlar. Genel bir pislik ve her tarafda çöpler, içki şişeleri... Kilise filan da göremedik. Garip bir yer ve garip insanlar... Fazla oyalanmadan oradan ayrılıp yola devam ettiğimizde dün geri döndüğümüz noktaya varınca durmadan devam ettik. İlk gittiğimiz plaja tekrar giderek öğleden sonra yemeği yedik ve ben biraz denize girdim. Ardından 2-3 saat kumsaldaki şemsiye altındaki şezlonglarda kitap okuyup güneşlendik. Hava sıcak olmamasına rağmen güneş güzel yakıyor. Bu arada cep telefonu ile internetten hava raporuna bakıyorum. Galiba bizi Milos’un yerlisi yapmaya niyatli gibi... En az Salı’ya kadar buradaymış gibi görünüyor. Benimse artık canım denize çıkmak istiyor. Hayalimizde solugan olmayan yerlerde bir iki günde olsa demirlemek var.

Akşam Adhamas’a geri dönüp, market alışverişini takiben, teknede usturmaçalara, kovaya ve filikaya yeni aldığım kasa aparatlarını taktım. Çok şık oldu ve oldukça da güçlü görünüyorlar. Yemeğimizi tekrar teknede yedik ve geleneksel olarak gece 01:00’e kadar Lost’u seyre devam. Rüzgar’ın ıslığı ve sallantı altında olmak böylesine heyecanlı bir dizi için herhalde en ideal ortam. Acaba DVD hastasımı olduk ne? Ama o da olmasa geriye sadece kitap okumak kalıyor ki, DVD şu anda hayatımıza ciddi renk katıyor.

Hiç yorum yok: