Perşembe, Eylül 27

Gün: 20, Iraklia - Amorgos

Bu sabah ta kahvaltıyı teknede yapıp, saat 09:10’da yola çıktık. Rüzgar ya hiç yok yada arasıra kıble 1-2 esiyor.
Yolu biraz uzatıp, bir çok küçük adanın içinde slalom yaparak dışarı çıktık. Hedefimiz Amorgos. Ana liman Katapola 1995'de eski teknemiz ile bir kez gittiğimiz ve hiç beğenmediğimiz bir yer. Üstelik burada pis su tankımız arıza yapmış ve sevgili Levent Ertörer ile bir saat pek (!) keyifli uğraşmış idik. O zaman maseratörlü bir sistem vardı ve biz zaten pislikle uğraşırken bu sefer maseratör yanmış ve tüm tekne duman içinde kalmıştı. Yani unutulmaz bir gündü. Bu sebeple adanın doğusundaki Ayias’a gideceğiz. Ama önce bir koyda demir atıp biraz yüzdüm sonrada öğle yemeğimizi yedik. Bu arada Vasilis’e sms ile Katapola’nın dışında başka bir koyda da rent-a-car bulup bulamayacağımızı sormuştum, Şimdi cevabı geldi. Ayias koyunda da bulabilirmişiz. Her yer Katapola’dan daha iyidir deyip, limanın önünden geri dönüp rotayı Kuzey doğuya çevirdik.

Denizde kıpraşan balıklar dikkatimizi çekince, önce son derece az süratle biraz sırtı denedik ama gelmeyince bu sefer genoa + motor ile Nikouria adacığı ile Amorgos arasındaki Kalotiri boğazına ilerledik. Çevre inanılmaz güzelleşti, bir yanda sıra sıra
yüksek dağlar, koylar, tekneler diğer yanda çok güzel bir hava. Keyfimize diyecek yok doğrusu... Boğaz oldukça dar ve sığ görünüyor ve pilot kitap da aynısını söylüyor. Arzu başta ben dümende boğazdan dikkatli bir şekilde geçtik ve 2 mil ilerideki Ayias limanına vardık. Bir çok büyücek balıkçı teknesi rıhtıma aborda oldukları için yer kalmamış. Biz de limanın ortasında kum yosun alana 4 metreye çapamızı bırakıp, 35 mt kaloma verdik. Denize girip çapayı kontrol ettim. Sonuna kadar gömülmüş. Çünkü direkt açık denize bakıyoruz ama rüzgar hafif olacak. Ortam yine mükemmel ve ben de doya doya yüzdüm ve çıkıp güzel sıcak bir duş aldım. Arzu da o arada hazırlanmıştı ve botu hazırlayıp doğru kıyıya çıktık. Hemen karşımızdaki rent-a-car’dan bir Hyundai Atos kiraladık.
Amorgos’un merkezi Chora (Küçük harf ile Xwpa yazılıyor, Hora diye okunuyor ve karşılığı aslında köy demek) 15 km uzaklıkta ve adanın en ortasında ve yüksek bir tepede... sahil boyu ama bu sefer dağlardan tekneyle geldiğimiz yolu karadan geri döndük. Radyoda TRT FM’i bulduk. Artık Turgutreis’e yaklaşık 75 dm mesafedeyiz ve yarından sonra (Cumartesi öğleden sonra) varmayı hedefliyoruz. Manzaralar müthiş etkileyici... Chora’da bir Cash & Carry bulunca hemen içki stoğumuzu da tamamladık. Yunanistan bizim duty free’lerden bile ucuz. Katapola’ya kadar inip tekrar Chora’ya geri çıktık ve meşhur manastır’a gitmek için adanın güney kıyısına geçtik. İnanılmaz güzel manzaralar, yüzlerce metre tepeden denize dimdik inen dağlar ve kayalıklar akşam üzeri pusu ile birleşince son derece etkileyici... Burada bizim Sümela’nın daha basit kopyası manastıra varyant şeklinde çok uzun merdivenler ile yaklaşık 20-30 dk tırmanarak varılıyor. Su içe içe manastıra vardığımızda ben eşofmanımın pantolon kısmını giydim. Arzu da ise kot pantolon var. Hayır uzun etek giymesi lazımmış. Arzu inanılmaz kızdı ve ciddi şekilde bu ayrımcılığı protesto etti. Yani irtica sadece bizim derdimiz değil maalesef. Neyse buraya kadar gelmişken ben daracık merdivenlerden tırmanıp manastırın içini gezdim. Zaten bir bekleme odası ve küçük bir kilise’nin dışında diğer yerleri de gezdirmiyorlar. Bina belki 8-10 kat yüksekliğinde ama eni kayalardan ancak 2-3 metre genişliğinde... Yani bizim teknelerimizin salonlarından daha dar. Bekleme salonunda su (ama deniz suyu gibi içmek mümkün değil), kadeh içki ( o güzeldi :-) ) ve bir lokum (o da ağzımızda büyüdü) ikram ettiler. Burada bir genç fransız çift ve bir irlandalıyla biraz laflaştık.

Daha sonra Arzu ile beraber yürüyerek aynı merdivenleri –ki o bile zordu- indik ve araba ile adanın güney batısını da biraz turladıktan sonra, tamamen karanlık olunca Ayias’a geri döndük. Sadece şarjlı raillight yanmakta olduğu ve biz de limanın ortasında demirli
olduğumuz için tekneye filika ile gidip demir fenerini de yakıp, rıhtıma geri döndüm. Ayias’ın etrafındaki dağlarda bir çok köyler var ve aldığımız bilgi ile Tholaria köyüne araba ile çıktık. Aşağıda Ayias ve liman tüm güzelliği ile ışıl ışıl dururken, köy de 100 yıl önceki tarzda kafe/marketleri, tavernaları, hediyelik eşya atelyeleri (direkt dükkan içinde üretim yapıyorlar) ve şirin evleri ile gözümüze pek güzel göründü. Vigla otelinin restoranında güzel bir biftek ve şarap ile akşam yemeğinin ardından saat 22:00 gibi bu seferde başka bir köye Lagdaka’ya tekrar tırmandık. Belli ki çok güzel ve kaliteli bir köy... Adanın burası seyahatimiz boyunca en kaliteli yerler olarak dikkatimizi çekti yine de bizdeki kalite ve lüks –belki Santorini hariç- hemen hiç bir yunan adasında yok. Saat 23:00’e doğru en son yürüyüşü de kendi köyümüz Ayias’ta yaptık. Eylül sonu olmasına rağmen oldukça kalabalık sayılır. Tekneye o kadar yorgun döndük ki, ne Lost dizisini seyretmeye, ne de yarın sabah hiç erken hareket etmeye niyetimiz yok.

Hiç yorum yok: