Çarşamba, Eylül 26

Gün: 19, Sikinos - Iraklia

Sabah kahvaltıyı güvertede yapıp, etrafı toparladıktan sonra saat 09:30’da yola çıktık. Tam yola çıkmadan evvel kuzeyli rüzgar tamamen sona erip hava tamamen kaldı ve hatta teknenin pruvası güneye dönerek zincirimiz tam altımızda arkamıza doğru kaldı. Sikinos’un güneyini doğuya doğru geçişimizi ve Ios adasının kuzeyini bordalarken çarşaf gibi su da motorla yolumuza devam ettik. Toplam yolumuz 23 deniz mili, rotamız ENE ve hedefimiz küçük Cyclades diye de bilinen küçük adacıklar grubu... Yaklaşık 10 dm mesafede irili ufaklı 8-10 adacık var ve çoğunda az da olsa yerleşim de var. Bunların içerisinde özellikle Iraklia ve Skhinoussa güzel koyları ve kumsalları ile öne çıkanları ve adaların çoğunda her havaya kapalı bir çok koy bulmak mümkün. Daha 5-10 yıl öncesine kadar bu bölge Yunanistan’ın en ücra, en az gelişmiş ve en zor ulaşılan bölgelerinden biri kabul edilirmiş. Hava iyiyse sadece bir tekne o da haftada bir olmak üzere posta getirirmiş. Şimdi ise yatçıların gözdesi olmuş ama hala olanakları son derece kısıtlı...

Ios’u geçtikten sonra hafif bir kıble/keşişleme rüzgarı almaya başladık. Hemen motoru stop edip, 8-9 kn rüzgarda orsa dar apaz arası 4,5 – 5 knot sürat ile çok keyifli bir seyir yaptık. Kısa bir süre sonra zahiri rüzgar 10 -11 knot’a oturdu ve bizde 5,5 – 6 knot sürate çıktık. Yaklaşık 2,5 saat yelkenle seyir’in ardından Iraklia'nın Kuzey ucuna vardığımızda yelkenleri kapatıp, motoru çalıştırdık ve saat 13:00 gibi küçük limanı olan koya girdik. Yunan adalarında limana yanaşmak isteniyorsa boş yer bulabilmek için saat 16:00’dan önce varılmasında fayda var. Hele hava sert ise çok daha erken gitmeniz gerekir. Iraklia'nın limanında yatlara ayrılan bölüm şu anda bomboş. Ancak kendimizi garantiye almak ve bu gece solugan almadan uyumak istiyoruz. Ayrıca Skhinoussa’nın Mirsini limanını da görmek istediğimiz için koydan geri çıkıp, 1,5 dm uzaklıktaki Mirsini’ye gittik. Ancak koya güneyli rüzgar çırpıntı getirdiğini gördüğümüz için tekrar Iraklia adasının limanına geri döndük ve limanın iç kısmının en başına, 3 mt suya demirimizi bırakıp uzun bir kaloma ile rıhtıma yaylı halatlarımız ile bağlandık. Rüzgarı iskelemizden aldığımız ve çapamızı da bizden sonra gelecek tekneler olursa üzerine atmasınlar diye daha fazla rüzgar altına bıraktığımız için iskelemizden rıhtıma bir de baş halatı alınca New Life sanki adaya temel atmış gibi en küçük bir kıpırtı bile olmaksızın durdu.

Sikinos gibi burası da tam benim aradığım tarzdan bir yer. Balıkçıların dışında bir tek biz varız. Karşımız harika bir kumsal, tertemiz bir deniz. Arzu rahatsız olduğu için güvertede kitap okumayı tercih ederken ben de bol bol kumsaldan denize girdim. Bir ara çok küçük bir feribot gelip demir dahi atmadan ve sadece tek halatla yolcu, araba ve malzeme indirdi, yükledi ve 10 dakika içerisinde tekrar gitti. Bu feribotların yanaşma ve ayrılma ustalığı inanılmaz, kaptanların altlarında sanki gemi değilde Murat 124 var. Bu geminin sığmaz dediğiniz yere anında tek bir manevra ile yanaşıp, suyun üzerinde kazık çakmış gibi tek halat üzerinde bekliyebiliyorlar.

Daha sonra sahilden biraz içeride Perigiali restoran’ına yürüyüp akşam balık yemeğe geleceğimizi söyledik ve yukarıdaki Panayia köyüne nasıl gidebileceğimizi sorduk. Sadece yürüyerek gitme imkanı varmış. Biz de elimizde baston dere tepe yürümeye başladık. Köy 4,5 km uzaklıkta ve önümüzde epey aşılacak tepe de var. İstediğimiz yerden döneriz diye düşünüyoruz. Çünkü saat’da 18:00’i geçti. Ama o kadar güzel manzara karşısında tepe tırmanmak, kumsallara inmek son derece keyifli idi. Yolun yarısında bir pikap araba geldiğini görünce otostop yapıp, arkadaki kasasına atladık. Sonradan anladık ki, adam ile karısı meğerse gelecekleri yere varmışlar ve sadece bizim için yaklaşık 2,5 km’lik yolu ekstra gidip, bizi bıraktıktan sonra geri döndüler. Köyü boydan boya yürüdük. Sadece bir traktör yanımızdan iki kez geçti, başka trafik yok. Köyde de dışarıda sadece 2-3 kişiyi gördük. Bir restoranımsı bir yer vardı ama o da kapalı gibiydi. Bakkal bile yok, ne köyde ne limanda... Sonra dönüş yoluna geçtik. Güneş yüksek tepelerin arkasından kayboldu. Şeker gibi bir hava. Seyrettiğimiz Lost dizisi ile ilgili epey durumumuz benzemeye başladı. Önce tarihi bir kalıntılar ve mağaraya vardık. Hava kararmaya doğru gittiği için –dizinin de tesiriyle- pas geçtik. Bir ses duyduk, arabadır diye düşünürken gelen bir Vespa imiş, yanımızdan geçip gitti. Artık her an yaban domuzlarının veya "Others"’ların gelip saldırmasını bekliyoruz! Neyseki gelişte pikap'a bindiğimiz yere yakın bir yerde bu sefer başka bir minivan geldi ve tekrar otostop ile yarı Yunan yarı Afrikalı ve çok güzel ingilizce konuşan bir genç hanım bizi arabasına aldı. Yolda güzel sohbet ettik. Burada 12 ay yaşıyorlarmış ve yoğunluktan kitap bile zor okuyorlarmış!. Neyse limanda bizi bıraktığında iki teknenin daha yanımıza yanaştığını, 1 tekne’nin de gece karanlığında koya girmekte olduğunu gördük. Perigiali restoranda ben Feta balığını (Kılış balığı), Arzu da iki büyük kalamar balığını bir sürü kedinin arsız bakış ve atakları içinde yedik, şarap içtik. Bu arada yanımızdaki masaya dev tabaklarda et yemeği gelince retoran sahibesine ne olduğunu sorduğumuzda “-Ooo, buranın domuzları çok meşhurdur, bilmiyor muydunuz? ” demesin mi! Arzu ile epey güldük.

Saat 21:00 gibi yorgun argın tekneye döndüğümüz de rıhtımın çok kalabalık olduğunu gördük. Herkes bir taraflarda balık avlarken, bir adam ise elinde en az 3 metrelik ucunda net olan kepçeyi denize her daldırışında onlarca kopez’i anında dışarı alıyor. Böyle şey görmedim. Deniz sanki balık havuzu, binlercesi denizin içini kaplamışlar. Adam 5-6 defa aynı şeyi yapınca ben de hemen bizim kısa kepçeyi kaptığım gibi adamı taklit ettim. Fakat adamın sürati karşısında ben kepçenin deniz içinde bu kadar zor hareket ettirilebilmem ile şaşkına döndüm. Önümde yüzlerce balık olmasına rağmen bir tane bile alamadım veya oldukça karanlıkta derinliği iyi hesaplayamadım. Adam yarım saat içerisinde neredeyse bütün adayı doyuracak balığı yakaladı. Rıhtımın üzeri kıpraşan balıktan geçilmiyor. Adanın bütün kedileri de hemen ziyarete geldiler. Herkes ve kediler kapan balığı götürüyor. Adam oralı değil, milletin aldığından fazlasını nasılsa bir daldırışta çekiyor. O kadar enteresanki, koca adam elinde koca bir kepçe ile rıhtımda koşar adımlarla balıkların olduğu yeri bulup kepçeyi daldırdı mı, 1-2 saniye içerisinde 4-5 metre kepçeyi sürükleyip ağzına kadar dolu rıhtıma çıkarıyor. Gündüz ise burada hiç balık yoktu. Neyse daha sonra Arzu’nun ısrarı ile bir bölüm Lost seyrettik, ben o arada uyuyup kalmışım.

Hiç yorum yok: