Salı, Eylül 18

Gün: 9-10-11 Ierekas (Yerkas) ve Mora



Bugün Yunanistan da genel seçimler var. Öğrendiğim kadarı ile iktidardaki Yeni demokrasi partisi ve başkanı K. Karamanlis’in şansı, PASOK ve başkanı Y. Papandreu’ya göre biraz daha fazla imiş. Aslında Y. Papandreu daha çok beğenilmesine rağmen, Yeni Demokrasi’nin daha güçlü bir kadroya sahip olması buna etkenmiş. Biz ise gayet sakin başlayan gece de yine maalesef oldukça sert rüzgarların esmeye başlamasıyla oldukça solugan alarak uyumak zorunda kaldık. Koy’dan açık deniz görülememesine rağmen dalgalar koyun içerisinde kıyılara çarparak her tarafta solugan yaratıyor. Ancak, allahtan yeni çapamız bu sefer kalitesini gösterek, Rıhtıma 1,5 metre mesafede olmamıza ve rüzgar ve soluganın tesiriyle teknemiz zaman zaman kıyıya 20-30cm’e kadar yaklaşsa bile çapamız milim yerinden kımıldamadı. Bugün bütün günü dinlenerek geçirmeye karar verdik. Kitap okuduk, film izledik ve koyda yürüyüş yaptık. Aslında yakında tepede bir kale kalıntısı var ama güneşin altında yukarı tırmanmak zor geldiği için vazgeçtik. Akşam’da Vasilis’in bize katılması ve teknesinde yaptığı güzel pizzayı da getirmesi ve Arzu’nun güzel yemekleri ile birlikte çocuklarla çok güzel bir sohbet yaparak oldukça sakin bir gün geçirdik.

Rüzgar ve solugan gün boyunca maalesef durmadı ve yanımıza bağlanan 47 feet’lik yat yeterli tedbir almadığı ve gündüzleyin önemsemedikleri için gece boyunca demir tarayıp rıhtıma da bir kaç kez dokundular. Gece vakti yapabilecekleri de sınırlı olduğu için allahtan büyük balon usturmaçaları sabaha kadar tekneyi tuttular. Bizimse teknemiz yerinden kımıldamazken, akülerimiz ise neredeyse tamamen boşaldı. Sabahleyin rıhtımda bulunan bir prizi tesadüfen farkedip ve elektrik alarak tekrar şarj ettik.

Burada seri imalat teknelerdeki akü kapasitesinden biraz söz etmemiz doğru olabilir. Öncelikle elektriğin bildiğim bir konu olmadığını belirtmeliyim. Ama kullanmayı çok iyi biirim J. Eski teknemde de yıllarca yetersiz kapasite sebebiyle elektrik sıkıntısı yaşadıktan sonra basit sayılabilecek bir çözüm bizi çok rahatlatmıştı. Şimdi ise kullandığım Bavaria 42’de 2 X 140A yani 280A gücünde akümüz var. Normal akü olduğu için tam dolu olduğunda bile 280A X %25-30 = 70 ila 85A arası bir güç kullanımının ardından akülerimizi tam şarj etmek durumundayız. Teknedeki buzdolabı, aydınlatma, hidrofor, demir feneri ve invertör gibi cihazlar ancak 12-24 saat arası bu gücü karşılayabilirler. Eğer 1 günden fazla koyda kalacak iseniz bu takdirde motoru boşta çalıştırmak gerekiyor ki bu hem motor için oldukça zararlı hem de kendinize ve çevreye vereceğiniz gürültü sıkıntısı da var. Tabii ki bu kapasiteyi elektriği daha az kullanarak idareli kullanabilirsiniz ama benim söylediğim de tasarruflu kullanım için geçerli ve bundan fazlası tatili tatil olmaktan çıkarabilir. Kaldıki, böyle bir durumda boş akülerle seyre çıkıyor iseniz ilk işiniz keyifli bir yelken yapmak değil, motorları çalıştırmak olacaktır. Seyirde de özellikle VHF ayrıca elektronikler ve diğer kullanımlar için de ayrıca elektriğe yine ihtiyacınız olacaktır. Akülerin tamamen boşalması dayanma ömrünü ayrıca yeni şarjı tutma süresini inanılmaz şekilde kısaltır. Yer sıkıntısı sebebiyle akü ilavesi hem zor olup hem ağırlık getirirken hem de her ilave akü teknemizde ancak 40A kadar bir ilave getirecektir. Üstelik sayıyı daha fazla artırırsak bu sefer şarj problemleri de yaşayabiliriz. Alternatörümüz veya 220V redresörümüz’ü de zorlamaya başlarız. Diyelim ki 3. Servis aküsü ilavesi ile kapasitemizi 420A’e ve kullanım imkanımızı ise %30 ile çarparak 120A’e yükselttik. Ama bunun yerine akülerimizi öncelikle deep cycle denen tiple değiştirmemiz çok olumlu netice verecektir. İstasyöner veya forklift aküsü dediğimiz ve 2’şer voltluk parçalardan oluşan bu aküler ise aynı kapasite ile (örneğin 420A) %50-55’lik bir kullanım imkanı verecektir. 420 X %50 = 210A’e kadar yükseltebiliriz. Diğer ifade ile akü ilavesi ile %50 artış sağlarken, deep cycle ile %200 artış sağlarız. Deep cycle aküler, bir anda çok güç isteyen motorlar için elveişli değildir ve öyle kullanıldıkları takdirde çabuk bozulurlar. Ayrıca ilk şarjı veya tamamen boşaldığında şarjı normal aküye göre daha uzundur. Diğer yandan servis aküsü olarak normal aküye göre çok daha avantajlılardır. Öncelikle normal aküye göre çok daha uzun süre dayanıklılardır. 210A kullanım için gerekecek 650A’lik servis akülerine göre çok çok daha hafiftir ve çok çok daha az yer kaplarlar. Aküyü tam boşaltmadığımız sürece redresör veya alternatörünüze daha az yüklenirler. Ayrıca tekneye smart (digital kontrollü) regulatör ve şarj/deşarj’ı izlemek için battery monitor de konulursa elektrik sıkıntısı sona erer.Tüm bu değişiklikler ile 3-4 gün koyda veya denizde hiç şarj ihtiyacınız olmaksızın elektrik kullanabiliriz. Fabrikadan bu seçenek ise sunulmadığı için ben şahsen bir süre mevcut aküleri eskitip yukarıdaki sistemi yapmayı düşünmüştüm. Ayrıca 3. Servis aküsü (normal akü) koymayı da yapacağım değişiklik sebebiyle tercih etmedim. Bu kış (2 dolu yıldan sonra) daha önce yaptığım gibi İnci Akü veya başka marka ile bu değişikliği yapmak istiyorum. En azından küçük bir jeneratör bile büyük fayda sağlar ve onu da evden almayı unuttuğum (tabii gürültü/uğraşı isteksizliğinin de bunda payı var!) için bu seyahatte idareli kullanmak, çok zorda kalırsam motora yüklenmek ve sahil elektriği bulmak için bütün şanslarımı zorlamak zorundayım. Rüzgar/Solar Panel/dizel sabit Jeneratör gibi şarj imkanları da başta görüntü çirkinliği olmak üzere, gürültü, ağırlık, maddi yükü, montaj uğraşısı gibi çeşitli sebeblerle kullanmak istemiyorum.
Pazartesi sabahı tekneyi toparlamamızı takiben 09:00 gibi taksi gelip bizi 25Km ilerideki Monemvasia’ya daha doğrusu hemen karşısındaki Yifera’ya götürdü. Hava hem çok sert hem de Marina diye söylenen aslında balıkçı barınağında hiç boş yer yok. Aslında koyda demirlenecek yer imkanları mevcut ama hepsi büyük solugan alıyor, bu sert havada gecelemek riskli veya en azından çok yorucu. Sabah ilk işimiz Orhan ve Dilek’in internetten okul derslerini ve hocalarını seçmesi.. Sahilde çok güzel bir kahve ve wireless network ve hatta 3 adette notebook bulduk. Kahvaltımız da ayni kafede yaptık. Ancak okul’un sitesine aynı andan 100 öğrenci giriş yapıp ders seçmesine imkan verildiği için Dilek öğlene kadar bağlantısını gerçekleştiremedi. Bu arada çocukların Türkiye ye dönüş işini de oldukça değişik şekilde hallettik. Çözmemiz gereken 3 ulaşım vardı. Pire veya Atina’ya buradan ulaşmaları, ki deniz seferleri uygun değildi. Otobüs ile gittiklerinde bir geceleme konusu ortaya çıkıyordu. Biz de araba kiralamaya ve hem onları bırakmaya hem de Mora’yı hızlıca gezmeye karar verdik. Araba kiraladık. Pire’den Sakız ve Samos’a ulaşmaları için ise bir kaç gemi var (29Euro/kişi) ama bu seferde yine ya bu sefer gittkleri adada gecelemeleri gerekecek ya da saat 04:00 varıp dışarı da kalacaklar. Bu sebeple Aegean Airlines’ın sakız ucağına bilet aldık. Bilet fiyatları ise koltuk satışına bağlı olarak brüt 80 ila 120 Euro/kişi arası değişiyor. Yarın sabaha uçak biletlerini aldık. Vardıkları adadan Çeşme veya Kuşadasına geçmeleri için ise internetten Ertürk’ü ve San Nicolas gemisi acentesini bularak çözdük. Her iki gemi de 20-25 Euro/Kişi ücrete taşıyor.
Monemvasia kıyıdan 200 mt açıkta depremle ana karadan kopmuş ama kalan bağlantısı üzerine geçiş yolu yapılmış yaklaşık 2 km’ye 1 km ebadında ve 100-200 mt yüksekliğinde dev bir kaya... Güney doğu köşesinde alt kale ve şehir, Kayaların tepesinde ise üst kale ve akropol var. Tarihi, önemi ve güzelliği ile göz kamaştırıyor.




Alt Kale kapısından adımınızı attığınız anda bambaşka bir dünyaya giriyorsunuz. Eski evler, dükkanlar, cafe ve restoranlar ve muhteşem bir deniz manzarası... Osmanlı bütün Mora’yı ele geçirmesine rağmen, bu küçücük yeri ancak 100 yıldan uzun süren bir savaştan sonra alabiliyor ve sık sık yine kaybediyor. Son kaybedişin de ise burada da Türklere karşı küçük bir katliam gerçekleştiğini bir internet sitesinde okudum. Ancak doğruluğunu araştırmadım. Aslında böyle seyahatlerden önce gidilen yerin tarihi hakkında bilgi sahibi olmanın gidilen yeri daha özel kıldığına inanıyorum, ama maalesef yeteri kadar yapamadım. Diğer yandan gördüğünüz güzel yerler hakkında da dönüşde de bilgi sahibi olmanın da ayrı bir keyfi var. Akşam üzeri aynı kafeye giderek bu sefer Dilek internette kendi derslerini halletti ama bu seferde okuldan kaynaklanan bir ders sorunu var. Artık İzmir veya İstanbul’da çözecek.
Akşam kiraladığımız araba ile Ierekas koyuna dönüp, akşam suyu oldukça uzun denize girdik. Her girişimiz olay çünkü 10-15 yılda bir olduğu üzere tüm Ege de bu sene oldukça deniz anası var ve yakalanıp acı çekmekten korkuyoruz. Ama denizde inanılmaz güzel ve insanın çıkası gelmiyor. Gece 11:30’da yola çıkmaya karar veriyoruz. Bu sebeple tekneyi elimizden geldiğince iyi bir şekilde kapatmamız lazım. Daha sonra çocuklarla birlikte King oynadık. Orhan ile elbirliği yapıp Arzu’yu tek başına batırmamız, Dilek’in ise büyük bir artı ile çıkması hepimizi (Arzu hariç J) çok eğlendirdi. Arzu aslında çocuklardan ayrılacağı için son derece üzgün ama onlar büyüdükçe buna alışmamız lazım. Bu yüzyıllardır hep böyle olmuş ve zaten biz de 3 yıldır koca evde iki kişiyiz ve bu birlikte seyahatler bana ve ona ilaç gibi geliyor doğrusu... Vasilis ile de burada ayrılacağımız için yola iki kişi devam edeceğiz. Bunun da ayrı güzelliği var tabii ki... Zevklerimizin ortak olması ne büyük avantaj!
Akşam Vasilis ile de vedalaşmak üzere restoranda buluştuk ve çok eğlenceli, keyifli bir et yemeği yiyip, Ouzo içtik. Vasilis ile gidilecek iyi yerler, retoranlar, alınacak şaraplar vb konularda bilgi alışverişinde bulunduk. Ben 22:00 gibi tekneye gelip 1,5 saat güvertede uyudum ve Saat 24:00 gibi araba ile yola çıktık. Gece yolda 4 kişi epey keyifli sohbet yaptık ama Tripoli’ye kadar ki dağlık ve bol virajlı ve ilk defa hem de geceyarısı geçtiğimiz bu yol bizi doğal olarak yordu. Tripoli’den sonrası otoyol ancak herhalde 1000 metrelerde filanız. Şortlarlayız ve bir ara kalorifer bile çalıştırdık. Saat 03:30 gibi bir otoyol dinlenme tesisine vardığımız da Ben ve Orhan uyuyorduk. Bizi uyandırdıkları anda herhalde gördüğümüz rüyaların tesiri ile ettiğimiz ilk laflar Arzu ve Dilek’i ve hatta Orhan ile beni de çok güldürdü. Saat 05:00 gibi Atina Venilezos havalimanıa varıp çocuklar ile vedalaştık. Dönüş yolunda Arzu hemen uyudu ve sabah 08:00’e kadar gözünü açamadı. Ben ise daha sabah trafiği başlamadan Atina’yı biraz dolaşayım dedim ama 06:00 trafik sanki akşam 21:00 tarfiği gibi hareketli idi. Tesadüfen yolda bir cash & carry gördüm. Hemen durup içeri girip yöneticisi ile tanıştım, yaptıklarımızdan bilgi verip, onalrın yaptıkları hakkında da mağaza yöneticisi ile kısa sürede çok güzel bilgi alışveriş’inde bulunduk. 30 Mağazalık bir zincirleri var ve bizimle bire bir aynı şekilde çalışıyorlar, aynı sorunları yaşıyorlar. Ayrıca 42 mağazalık bir market zinciri, ithalat şirketleri ve peynir imalatları varmış. 2700 kişi çalışıyormuş. Cash & Carry sabah 05:00’de işe başlıyor ve ben gittiğimde 05:50 epey bir müşteri hızla alışveriş yapıyorlardı. Acaba biz de erken saatte açsak müşterilerimiz gelirler mi? Sahibinin ve oğlunun isim ve telefonlarını aldım. Daha sonra Zea marina, Turko Limanı, Kalamaki marina ve Gemi feribot limanlarına gittim. Sabah saat 07:45 gibi Atina’dan ayrılıp, yolda kahvaltı yaptık. Mora’ya geçtik, Korint Kanalında durup 20 sene önce kendi arabamla ve arkadaşlarımız Fatih ve Kadriye Uysal ile üzerinden geçtiğimiz eski köprü de tekrar yürüdük. Ayrıca 2 sene önce tekne ile geçerken yukarısının bu kadar yüksek oluşunu aşağıdan farkedemediğimizi Arzu ile düşündük. Daha sonra Korinthos şehrine gidip bir marin mağazadan kaybolan usturmaçamızın yerine yenisini, mevcut usturmaçalarımız için daha kalın (12mm) ip aldık. Ayrıca yeni bir koltuk halatı düzeni kurdum.
Önce iki adet yaylı amortisör aldım. Her amörtisöre fırdöndülü iki taraflı kilit taktım. Bu sayede istediğimde bir tarafını açarak amörtisörsüzde (Örneğin kayalara bağlanırken) kullanabilirm. Her bir kilit’in diğer tarafına ise hem yaklaşık 0,80 mt boyunda 08 mm’lik zincir hem de kendi üzerindeki sabit somunu döndürerek kapatılabilen ikinci bir kilit daha taktım. Böylece zincirin boştaki ucunu bu ikinci kilide takabileceğim. Genelde bu sistem yapılıyor ama Vasilis’ten gördüğüm kendimce geliştirdiğim bu sistemde ise bu şekilde hazırlamamın avantajı hem kolay açılabilmesi, takılabilmesi hem de bir kayma durumunda (farklı kalınlıklardan dolayı ki bu benim buluşum oluyor J) zincir veya kilitlerin boşalıp veya kurtulup örneğin denize düşmesinin imkansız oluşu. 2-3 günlük bir solugan, kopan halat, patlayan usturmaça, kırılan kurtağızları insanlara neler yaptırıyor. Şimdi kanımca sallantı dahi azalacak, en azından o felaket ani kasma ve silkinme hemen hemen sona erecek gibime geliyor. Üstelik zincir yapmam sebebiyle halatların eskimesi ve kopması riskini de sona erdireceğim. Tek dezavantajı ise çoğunlukla başka halatlarla bağlanıp daha sonra bu sistemle halatları yenilemem gerekecek ama bütün gece sıkıntı yaşamaktansa 2-3 dakikalık bu uğraşıya değer bence.

Tripoli’de otoyoldan çıkıp, Meşhur Sparti’ye geldik ve Öğle yemeğimiz burada yedik. Dağlara 6 kilometre dışındaki Mystras kalıntılarına gittik. 12. Yüzyılda inşa edilen bu Bizans kalesi ve şehir 14.yy’da Osmanlılara geçiyor ve yine 1800’erin ilk yarısına kadar biz de kalıyor. Mimari olarak son derece muhteşem ve aynı zamanda önemli olan bu yer tekrar retora ediliyor ve gelen turistler de buranın muhteşemliği karşısında bence şoke oluyorlar. Aslında her iki ülke de işbirliği de yaparak hem yakın hem de antik tarihi işleyerek müthiş bir turizm patlaması yaratabilirler. İnsan düşününce neden olmasın diyor. Küçücük bir bölge olan Ege hem Hiristiyan, hem İslam dinini ; Hem Yunan hem Türk kültürlerini; hem Antik hem yakın tarihini; Hem haçlı seferleri, hem ipek yolu hem de Mısır, Minoan, Anadolu ve Yunan Antik ticaret’ini bünyesinde barındırıyor. Tek tek yerler bazında değil, yaşanan ve yaşatılan şovlara dönüştürülse insanlar tek bir mekanda binlerce yıllık tarih katmanlarını değil de tarihin belirlenmiş bir (örneğin 50-200 yıllık) bölümünde farklı şehirleri ve bölgeleri gezdirilerek o tarihteki gerçek yaşam öykülerini dinleyerek, görerek, yaşayarak gezdirilseler ne kadar farklı olurdu.
Neyse yola devam, bu arada gece geçtiğimiz için göremediğimiz ormanları ve daha bir kaç hafta önce tarihinin en büyük yangınını geçiren ve küle dönmüş ormanları ve hatta ynıp kararmış güzelim taş evleri, villaları görüyoruz. Yeşil ile yan yana duran bu simsiyah kalıntılar bizi çok etkiliyor. Sıra sıra dağlar tamamen kararmış, sanki burası dünyada bir yer değilmiş gibi görünüyor ve daha kötüsü ise pırıl pırıl bir yeşilin yanında duruyor. Ne büyük tezatlık. Evlerini, sevdiklerini kaybedenler için dayanılması ne kadar zor bir durum.

Yolda eksilen market stoklarımızı büyük yöresel marketlerden ve manavlardan aldıktan sonra Tekrar Monemvasia’ya daha doğrusu Yefira’ya dönüp kiralık arabayı iade edip, taksiyle tekneye döndük. Vasilis ile haberleştik o da bugün sakin havada Mora’nın meşhur köşesini dönüp, Neapoli’nin karşısındaki adada demir atmış. Kendisini yine çok özleyeceğiz ama belki biz de kızının Ocak ayında evleneceği Hintli nişanlısının çok enterasan olacağını tahmin ettiğimiz ve davet edildiğimiz Hint, Yunan, Amerikan tarzı bir düğün törenine Hindistan’a giderek tekrar görüşeceğiz. Vasilis ile bu sene arkadaşlığımız 10. Yılını doldurmuş oldu. Her sene gerek Türk gerek Yunan karasularında çok güzel anılarımız var ve benden yaklaşık 15 yaş büyük olmasına rağmen, üsütün denizcilik bilgisinde ve tavsiyelerine güvenirim. Karşılıklı hangi tekne doğru tekne tartışmalarımızı bence eğer bir imalatçı dinlese bugünkünden çok farklı bir dizayn üzerine hemen çalışmaya başlardı.
Aynı yorgunlukla, tekneyi yarın sabahki seyre hazırladık. Arzu mercimek çorbası ve salata’dan oluşan bana göre enfes bir akşam yemeği hazırladı. Yemek sonrası epey komik şeylere güldük ve güvertede sessizliğğin içerisinde herhalde 21:00 gibi uyumuşum.

Hiç yorum yok: